“İklim değişikliği üretim alışkanlıklarımızı dönüştürdü”

“İklim değişikliği üretim alışkanlıklarımızı dönüştürdü”
 

İklim değişikliğini sadece kutup ayılarını ilgilendiren ve Türkiye’den çok uzaklarda gerçekleşen bir hadise olarak düşünmekten vazgeçmenin zamanı geldi. İklim değişikliği şimdi ve burada yaşanıyor. Özellikle tarımsal üretimde iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini yaşamaya başladık. Söz konusu etkilerle ilgili olarak uzun yıllardır organik üretim yapan Gürsel Tonbul ile görüştük.

  • Röportaj: Kaan Kösemehmet – Buğday Gönüllü İletişim Ekibi

Sizi biraz tanıyabilir miyiz? Ne zamandır organik tarım yapıyorsunuz?

Gürsel Tonbul – Mesleği çiftçilik olan bir aileden geliyorum. Büyükannem ve büyükbabam çiftçiydi, bende genç yaşlarımdan itibaren bütün tatillerimi onlarla birlikte çiftlikte geçirdim. Öğretmenlik eğitimi almama rağmen, asıl mesleğim turizm oldu. Son 20 yıldan bu yana tarımla uğraşıyorum. Bunun 15 yılında ise organik tarımın içindeyim. Büyükannem ve büyükbabam gerçek yaşam konusunda yol göstericim oldular ve kadim bilgileriyle beni hala yaptığım işte yönlendiriyorlar. Tarım eğitimi almamış olmama rağmen, özellikle organik tarıma geçiş sürecinde karşılaştığım problemler ile mücadele ederken, onlardan bana kalan kadim bilgi, işletmemi yönetmemde bana rehber oluyor.

Bir üretici olarak iklim değişikliğinden nasıl etkileniyorsunuz?

Gürsel Tonbul – İklimsel değişiklikler, bölgelerin kadim tarımsal üretim deseni, bilgisi ve düzeni üzerine devam etmekte olan alışkanlıkları şaşırtıyor. Üreticiler olarak bizler bölgemizde bildiğimiz, alıştığımız yüzlerce yıldan süzülerek gelmiş üretim takvimimizi ve ürün desenimizi sürdürmekte çok zorlanıyor ve ciddi zararlara uğruyoruz. Son beş yılda şiddeti katlanarak artan biçimde yazlar daha sıcak geçerken, ilkbahar ve sonbahar ayları ise hiç kalmadı denecek kadar kısaldı. Kışın seyrini ise henüz tarif ya da tahmin bile edemiyoruz. Bizi en çok korkutan şey ise; gece ile gündüz arasındaki ısı farkının hızla açılması. Bu fark bahar dönemlerinde 18-20 Cderecelere kadar çıkabiliyor. Gündüzleri 28 C0 dereceye çıkan ısı, geceleri 8-10 Cdereceye düşebiliyor. Çölleşme belirtisi olarak da değerlendirilebilecek olan bu durum oldukça ürkütücü. Bitki ve toprak bu farklılıktan çok ciddi şekilde etkileniyor.

Yaşadığımız bölgede kabak, salatalık, fasulye gibi baharlık tarla sebze tohumlarının toprağa atılma zamanı Mart ayının ikinci yarısıdır. Ancak son yıllarda Mart sonu Nisan başında yaşanan gece soğuklarıyla karşılaşıyoruz. Topraktan başını yeni çıkarmış taze bitki filizleri kavruluyor, artık bildiğimiz ekim dikim takvimine göre davranmaya cesaret edip tohumu atamıyoruz. Kapalı tünel seralarda bitkiyi yetiştirmek ve havaların gösterdiği duruma göre tarlaya göçürmek zorunda kalıyoruz ki; bu da ilave yatırım, işçilik ve risk maliyetini getiriyor. Bu bitki türleri, bahar döneminde 40-45 günde hasat edilecek duruma gelir. Ancak ekimini 1 ay geciktirdiğimiz takdirde, hasadı Mayıs sonuna sarkar. Bu kez de karşımıza son yıllarda sıkça yaşadığımız Haziran ayı anormal sıcakları çıkıyor ve hasada gelmiş olan bitkinin meyvesini alamadan kurutuyor. Bu durumda mahsulün onda biri kadar olan ürünü alıp, tarlayı sürmek zorunda kalıyoruz.

Aynı sıkıntıyı sonbahar döneminde de yaşayabiliyoruz. Yaz ayında aşırı sıcakların olması, kışın beklenmedik fırtına dolu, kar gibi hava hareketlerinin daha sık rastlanır olması tarla bitkilerini olumsuz etkiliyor. Maalesef küresel iklim değişikliğinin yarattığı açık tarla tarımındaki olumsuz duruma bizim elimizden gelen hiçbir şey yok. Özellikle son beş yıldır etkilerini şiddetle hissetmeye başladığımız küresel ısınma ve iklim değişikliklerine karşı zorunlu istikamet ise; alternatif kapalı alan tarımı olan seracılık oldu. Serada organik üretim oldukça zor ve çok yüksek maliyetli. Düşük verim ve zararlı mücadelesinde yaşanan güçlükler, kış ve yaz aylarında açık tarla tarımında yaşanan kayıplar, ilkbahar ve sonbahar aylarında serada üretimle giderilmeye çalışılıyor.

Bu etkiler bölgenizde endüstriyel tarım yapanlar açısından da aynı mı?

Gürsel Tonbul – Bu konuda bilirkişi değilim ancak endüstriyel tarımda yeni teknolojiler ve sıcak/soğuk etkisine karşı koruyucu kimyasal kullanımların etkisiyle, zarar eşiği organik tarımdaki kadar yüksek olmayabilir.

İklim değişikliğinin tarımsal üretiminize etkisi konusunda bir kriz planınız var mı? Etkiyi azaltmak için ne gibi çözümler düşünülebilir?

Gürsel Tonbul – Bağ, bahçe, tarla ve üretim alanlarımızı (yaşam bölgemizi) yerinden kaldırıp uygun iklimlere taşıyabilme şansımız ne yazık ki bulunmuyor. Bu durum bizim sebep olduğumuz bir hatanın sonucu olmadığı gibi, sorunun çözümü veya sizin tanımlamanızla etkiyi azaltabilmek de sadece bizim alabileceğimiz önlemlerle mümkün görünmüyor. Kriz planı yapmak bir yana varlığımızı sürdürebilecek çözümler için bile biz çiftçiler çok yalnız ve sahipsiz mücadele vermek zorundayız. Erken sıcaklarla erken uyanan meyve bahçelerinde, şubat ayında çiçek açan ve ilk soğuklarla verdiği dölün tamamını kaybeden erik, şeftali, kiraz ağaçları için nasıl bir kriz yönetimi yapılabilir bilemiyorum. Kurak geçen sonbahar aylarında yaşanan zeytin ürün kayıpları, hatta bazı bölgelerde yaşanan ağaçlardaki kurumalar için zeytinlikleri sulamak, organik tarımda suyun en akılcı kullanımı (kuru tarım) felsefesine de uygun değil. Kısacası bizim küresel ısınmaya karşı bir kriz planı oluşturma şansımız yok. Ürün çeşidini kuraklık ve sıcak/soğuk etkisine dayanıklı geliştirilmiş yeni çeşitlerle değiştirmek bir fikir olabilir. Ancak bu da yerel türlerin tercih edildiği organik tarım için çok uygun olur mu sorgulanması gerekir.

Gıda Toplulukları ile bir bağınız var mı? Topluluk Destekli Tarım, iklim değişikliğinin oluşturacağı riski üretici ve türeticinin birlikte üstlenmesi konusunda bir çözüm yolu olabilir mi?

Gürsel Tonbul – Gıda toplulukları ile bir bağımız yok. Riski üretici ve türeticinin birlikte üstlenmesi ne kadar mümkün? Yaşanmış bir deneyimim olmadığı için bugüne kadar gerçekleştirilmiş olan bu topluluklarda yaşanan olumlu veya olumsuz verilere sahip değilim. Ancak gıdaya; özellikle de güvenilir gerçek gıdaya ulaşmak giderek daha da güçleşeceğinden, gıda topluluklarına üye şehirlilerin yaklaşımı, beklenti ve destekleri olumlu olarak gelişir ve üreticiyi önemseyen bir davranış biçimine dönüşürse, belki bir çözüm modeline evrilebilir.

İklim değişikliğinin kısa ve uzun vadede etkileri konusunda herhangi bir kurumdan eğitim/seminer aldınız mı? Herhangi bir araştırma yaptınız mı?

Gürsel Tonbul – Bu konuda uzun süredir çıkan bilimsel yayınları takip ediyor, alternatif enerji ve sürdürülebilir tarım toplulukları ile sivil toplum çalışmalarından yararlanıyorum. Ayrıca bir araştırma yapmadım ama gerçeğini bizzat yaşadığımız için, kendi topladığımız verilerle tuttuğumuz raporlar, uğradığımız zararlar bize pek çok akademik çalışmadan daha fazla, pratiğin içinden öğretiyor ve eğitiyor diyebilirim.

Bu konuda oluşmuş ya da oluşturulacak bir tarım politikasının öncelikleri neler olmalı?

Gürsel Tonbul – Tüm dünya ölçeğinde gıda politikaları, ucuzluk ve hep daha çok verimin ötesine geçebilecek, geniş bir açıdan ele alınmalıdır. Belirlenmesi gereken ekonomi politikaları, gıdaya ucuzluk ve kısa vadede bolluk değerlendirmesinden değil, sürdürülebilirlik esası ile ve uzun vadeli olarak planlanmalı. Halka ucuz gıda kadar kaliteli ve besleyici gıda ulaştırarak sağlıklı nesillere sahip olmak, organik tarım yaparak toprak, su gibi yaşamsal kaynaklarımızı uzun vadeli korumak, enerji tüketimini, petrol esaslı kimyasallara dayalı tarımı azaltmak, kuraklık, hastalıklar, stres ve iklim değişikliklerine dayanıklı yerel türleri kullanmak tarım politikalarımızı ve gıda güvenliğimizi çok yakından ilgilendiriyor.
Organik tarımı seçen üreticilere göre, tarım politikalarında yaygın olarak kabul gören “verim” kavramının sadece birim alandan kısa vadede alınan kilo birimiyle ölçülmemesi gerekiyor. Birim alandan alınan vitamin, mineral vb. besin değerleri, toprağın sürdürülebilir kullanımı ve sağlık giderlerinde azalan veya artan maliyetlerin de verim hesabına dâhil edilmesi gerekiyor.

Politikalar ticarette kârlılık üzerine kurulu olduğu sürece daha fazla verim, kısa vadede daha çok para kazandırabilir ancak bedeli daha az besin, daha sağlıksız bireyler, uzun vadede çöken bir tarım politikasıyla kıtlık ve açlık olacaktır.

Gerçek o ki; üretim-kullanım döngülerini dönüştürecek en büyük güç tüketicidir. Organik üreticiler yerel tohumları destekleyen projelere dikkat çekiyor. Organik ürün tüketimine özen göstererek üretimin ülkemizdeki gelişimine ve tüketicileri destek olmaya davet ediyorlar.

Yerel düşün, komşularını dikkate al. Dünyanın ihtiyacı olan şey, daha inançlı yürütülen yerel tarım faaliyetlerdir. Bunun için de işe başlama noktası yerel gıda üretimi ve tüketimi olabilir. Adı organik, ekolojik, geleneksel, kontrollü, sürdürebilir, temiz vs. olabilir. Açgözlü değil, asıl olan toprağa saygılı tarım yapmaktır.

Küresel iklim değişiklikleri ve kuraklık önümüzdeki yıllarda sektörü nasıl etkileyecek?

Gürsel Tonbul – Kuraklık sadece bu yılın problemi değil. Türkiye’de 2010 yılından itibaren ciddi bir şekilde kuraklık hissediliyor. Bunu sadece yağan yağmurla ölçmemek lazım. Çünkü yağan yağmur kısa süre ve yoğun yağıyor. Dolayısıyla bu yağmurlar, yeraltı su kaynaklarına ulaşamadan toprağın yüzeyinden verimli toprağı da sıyırarak denizlere akıyor. Yeraltı suları ise çok hızla çekiliyor. Yağmur miktarı elbette kuraklığın bir göstergesi ama sadece yağan yağmurun miktarı değil, yeraltı sularının durumu da çok önemli.

Ne yazık ki Türkiye’de son 10 yılda, özellikle de son 5 yılda daha da hızlanan bir şekilde kontrolsüz ve kayıt dışı artezyenler açılıyor. Artezyenler de yeraltı suyunu vahşice çekiyor. Suyun ne kadar doğru kullanıldığının sorgulanması gerekiyor. Suyu doğru kullanarak ekonomik sulama yapmak ve doğru ürüne doğru sulamayı yapmak gerekiyor. Buna örnek olarak, Konya Ovası’nı gösterebiliriz. Yüzyıllardır Türkiye’nin tahıl ambarı olan Konya Ovası’nın meyve bahçelerine dönüştürülmesi sonucu, yeraltı sularının aşırı kullanımıyla, hem topraklarda tuzlanma ve toprak kalitesinde kayıplar oluşuyor, hem de bu durum yeraltı sularının çok hızlı çekilmesine yol açıyor. Türkiye genel olarak meyve tüketen bir ülke değil. Biz ağırlıkla sebze ve ekmek tüketen bir ülkeyiz. Bir taraftan ihracat amaçlı meyve üreticiliğini özendiriyoruz ama diğer taraftan Türk toplumunun asıl tükettiği tahıl olan buğdayı yiyebilmesi için ithalat yapıyoruz ya da hayvanlarımızı beslemek için kepek bulamıyoruz. Türkiye’de kepek yok, saman yok ya da çok pahalı. Oysa inekler kiraz yemiyor. İhracat ile ilgili bağlantılarda da dünya veya bölge ölçeğinde patlayan en küçük kriz, bu ürünü bahçede bırakıyor. Peki bu ürünü üretmek için kullanılan suya ne oldu? Halbuki o alanlarda ekilen buğday, arpa gibi geleneksel tarım teşvik edilse ve biz saman, kepek ithal etmek zorunda kalmasak, böylece girdi maliyetleri daha düşük olsa; buna bağlı olarak eti daha ucuza satabilsek ve süt fiyatları düştüğü için süt inekleri kesime gitmese…

İklim değişiklikleri sadece bizi değil tüm dünyayı etkileyen bir durum. Bu yüzden dünyayı izlemeliyiz. Türkiye dünyanın bir parçası sonuçta ve dünya ile birlikte hareket etmek zorundayız. Dünyada olan biten her şey bizi de etkiliyor. Kuraklık, yağan yağmurla ilgili olduğu kadar kuzey kutbunda eriyen buzullarla da ilgili. Ne yazık ki Türkiye’de kaynaklarımızı çok hoyratça kullanıyoruz. Örneğin Türkiye’de yüzyıllarca devam etmiş geleneksel yağ zeytini alanlarını kaldırıp suya doymayan çeşitlerin özendirilmesi, yağ değeri çok ciddi bir şekilde tartışılabilir olan Gemlik zeytininin binlerce hektara dikilmesi, sorgulanması gereken bir durum. Daha çok ürün her zaman daha çok kazanç değildir. İhtiyaç kadar üreterek doğru rakamlarla o ürünü satışa sunmak gerekir. Asıl geri dönüşü imkânsız maliyetlerin hesabının yapılması lazım. Tuzlanmış topraklarda bir daha üretim yapamazsınız. Yeraltı su seviyesi 30-40 metrelerden 200-250 metrelere çekilmişse bu kırmızı alarmdır. Bunun bir şekilde kontrol altına alınması ve üretimin ona göre planlanması gerekir. Daha dar alanlarda daha yüksek verim elde edebilmek üzerine Ar-Ge çalışmaları yapılmalı. Bu iklim değişikliklerini bugün biz görünen tehlikeler ölçeğinde değerlendiremezsek, gelecekte çok ciddi sorunlarla karşılaşacağız. Bugün ciddi sorunlarımız var diyoruz ama gelecekte çok daha ciddi sorunlarla karşılaşma riskimiz olduğu konusunda ben kaygı duyuyorum.

Bu kaygınız gelecek planınızı nasıl etkileyecek?

Gürsel Tonbul – Her şeye rağmen organik üretmek ve tüketmekten vazgeçmeyeceğimi biliyorum. Sevgili Victor Ananias’a karşıma çıktığı, varlığı ile yolumu aydınlattığı, dostum olduğu için; büyükannem ve büyükbabama da bana aktardıkları kadim bilgi mirası için teşekkür ediyorum.

  • Röportaj: Kaan Kösemehmet – Buğday Gönüllü İletişim Ekibi